REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN ROMANLARINDA
SAVAŞ TEMASI
TÜBAR-XXX-/2011-Güz/
Nebahat YUSOĞLU*
ÖZ: Türk Edebiyatı’nın en önemli romancılarından biri olan Reşat
Nuri Güntekin, eserlerinde Osmanlı împaratorluğu’nun yıkılması ve Tür¬
kiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarına denk gelen savaş yılları içerisinde
yaşanan gelişmeleri, roman kahramanının hayat hikâyesi içerisine yerleş¬
tirerek anlatır. Özellikle Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Mütareke Dö¬
nemi ve Kurtuluş Savaşı yıllarındaki savaş ortamının nesilleri ve cemiyet
düzenini ne hale getirdiğinden bahseden Reşat Nuri, cephede olanlardan
çok cephe arkasındakilerle ilgilenir. Onun romanlarında “savaş” toplum¬
sal değerleri yıkan, insanları birbirine düşüren acı bir felaket olmasının
yanında aynı zamanda roman kahramanlarına acımayı, sevmeyi öğreten
ve onları olgunlaştıran bir öğretmendir. Bu çalışmanın amacı insanlığın
en acı tecrübelerinden biri olan “savaş” temasının romana yansıyan yö¬
nüyle insan ve toplum üzerindeki tesirlerini tespit etmektir.
Anahtar Kelimeler: Reşat Nuri Güntekin, Türk romanı, savaş te¬
ması, savaş-toplum ilişkisi, savaşın kahramana etkisi
The Theme of “War” in The Novels of Reşat Nuri Güntekin
ABSTRUCT: Reşat Nuri Güntekin, one of the most notable writer
in Turkish Literature, in his novels narrates the wars, the fall of the Otto¬
man Empire and the Foundation of The Turkish Republic by creating
figures in his novels. Especially the Balkan War, World War I., The Pe¬
riod of Truce and The War of Independence, Güntekin tells how the at¬
mosphere of war influenced the generations as well as the social order,
putting emphasis on the background effects of the war rather than the
events occurred at the front. In Güntekin’s novels, “war” is considered to
be a calamity destroying the social values and causing enmity among
people on the one hand, and on the other hand, war is regarded as an edu¬
cator that teaches the heroes and heroines how to pity and love others and
it helps them mature themselves. And the aim of this study is to find out
Marmara Üni. Sosyal Bilimler Ens. nebahatyusoglu@gmail.com
the social and human influences of the war, which is one of the nastiest
human miseries, as they reflect on the novels.
Key Words: War, Turkish novel, war-society relationship
“Savaş” her yönüyle insan ve toplum hayatının en büyük sarsıcı
unsurlarından biridir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış sürecinde yaşa¬
nanları daha iyi anlamak için o dönem edebiyatçılarımızın eserlerini ya¬
kından incelememiz gerekir. O dönemde eser veren yazarlarımızın büyük
bir çoğunluğunun eserlerinde “savaş” temasım o günün ihtiyaçlarına uy¬
gun olarak daha çok kahramanlığa övgü veya düşmana kin güden duygu¬
lar mahiyetinde kaleme aldığı görülür.1 Bu eserlerde idealize edilen Ana¬
dolu halkı, büyük bir kahramanlık ve duyarlılık göstererek düşmanı, yur¬
dundan kovmuştur. Ancak “savaş” temasım romanın bir unsuru olarak
insan hayatı üzerindeki tesirini anlatan ve bize döneminin gerçekleri için¬
de savaş gerçeğini yaşatan yazarlarımız maalesef azdır.
Fethi Naci, Reşat Nuri Güntekin’in Romancılığı adlı çalışmasında
Reşat Nuri’yi “Türk Romanı’nda eleştirel gerçekliğin öncüsü” olarak
görürken Prof. Dr. Birol Emil de Reşat Nuri’nin sanatı söz konusu oldu¬
ğunda en büyük özelliğinin iyi bir gözlemci olması olduğunu ifade eder.
Bu kanaatlerin ışığında iyi bir gözlemci ve dikkatli bir eleştirmen olarak
kabul edilen Reşat Nuri’nin, romanlarında cephede olanlardan çok cephe
gerisindekileri anlatması bir tesadüf değildir. Onun romanlarında yaşanan
acılar, kayıplar, yaşama mücadeleleri, kaçışlar, sevdiklerini koruma gay¬
retleri, öfke ve yıkımın arkasında kendisini bulmaya ve yaşamaya çalışan
bir dönemin “insan”ını görmemiz mümkündür. İnsana ve onun tüm yaşa¬
dıklarına duyarlı olan yazar, eserlerinde “savaş”ı öncelikle ferdin haya¬
tındaki varlığıyla yansıtır. Reşat Nuri’nin tüm romanlarında savaş bir
neslin kimliğinin parçasıdır. Onun için mazi koridoruna girerek kendini
ve yaşamını anlatmaya başlayan her roman kahramanı, mutlaka savaştan
ve savaşın hayatı üzerindeki tesirinden bahsetmek zorunda kalır. O, hiçbir
eserinde baştan sona savaştan bahsetmez. Zira asıl anlatmak istediği ro¬
man kahramanlarının kişilik bakımından geçirdikleri aşamalardır. Savaş
sırasında eski ham ve çocuksu taraflarını bir yana bırakmak zorunda ka¬
lan roman kahramanları açlığı, felaketi, sefaleti en önemlisi insana acı¬
mayı öğrenir. Bu sebeple yazarın romanlarındaki savaş temasını anlaya¬
bilmemiz için kronolojik bir sıra ile Osmanlı Devleti’nin son yirmi yılın¬
daki savaşları, cephe ve cephe gerisi başlıkları altında ele almamız savaş
temasını çok yönlü anlamamız adına yararlı olacaktır.
I-Balkan Savaşları ve Komiteciler
Rusların panislavist fikir akımlarını yayarak bir Türk nefretini kay¬
nattığı Balkanlarda daha savaş çıkmadan önce bir huzursuzluğun olduğu
çıkan ayaklanmalardan bellidir. Bu dönemde Türk köylerine saldıran
Bulgar, Makedon, Yunan çetelerine karşı vatansever Türk subayları ve
gençleri dağa çıkarak cevap vermişlerdir. Yazar, 1926 yılında kaleme
aldığı Akşam Güneşi’nde Nazmi karakteri ile gönüllü savaşan bu gençle¬
rin hikâyesini romanına taşır. Romanın yazılış tarihi ile gerçek savaş ara¬
sında geçen zamana bakılırsa yazar, bu vatansever gençleri unutmamıştır.
Roman kahramanı Nazmi, her türlü delişmenliğine rağmen, yeri geldi¬
ğinde, her türlü makam ve haz fikrini geride bırakarak İstanbullu zengin
şımarık çocuğun içindeki gerçek vatan sevgisini göstermiştir.
Paris’e ateşemiliter olarak göreve giden Nazmi’nin önünde parlak
bir hayat vardır. Ancak bindiği trenin Edirne’de durması onun hayatını
değiştirir. Mustafapaşa civarında çetelerin bomba ile köprüyü uçurmaları
üzerine burada bir gece geçirmek zorunda kalan Nazmi, Manastır’dan
askerlik arkadaşı İbrahim ile karşılaşır. Nazmi, İbrahim vasıtasıyla asker¬
likten istifa ederek Balkanlardaki çetelerle savaşmak için dağa çıkan
gençlerle tanışır. İçlerinde Makedonya ve Trakya köyleri içinde adı bir
efsane gibi anılan Kaymakam Nusret de vardır. Kaymakam Nusret,
Nazmi’den Paris’teki vazifesi sırasında kendi lehlerine propaganda yap¬
masını ister. Bu vazifeyi “hayatım pahasına” diyerek kabul ettiğini belir¬
ten Nazmi, kendiyle onları mukayese ederek parlak üniformalı salon za¬
biti hallerinden utanır. Kaymakam Nusret, Bulgar ve Sırp çetelerin Rus
zabitleri tarafından eğitildiğini anlatarak yakında kopacak bir savaştan
bahseder. Nazmi, gördükleri karşısında Avrupa’ya gitmekten vazgeçip bu
gönüllü çeteye katılır. Burada dokuz ay boyunca komiteci çetelerle sava¬
şan Nazmi, birinde kalçasından aldığı bir darbe yüzünden küçük bir köy¬
de duvarları rutubet bağlamış bir değirmen odasında saklanmak zorunda
kalır. Buradaki soğuk ve nemli ortam yüzünden romatizma olursa da
bahar gelince Nazmi, çatışmalara eski enerjisiyle katılır. Ancak Kayma¬
kam Nusret ile çıktıkları bir keşifte yaşlı bir çobanın kendilerini yanılt¬
masıyla gidecekleri yoldan geri dönüp dereye doğru giderler. Tuzağı fark
ettiklerinde sırtlarını bir tepeye siper edip çatışmaktan başka çareleri kal¬
maz. Düşmana büyük zayiat verirlerse de yirmi kişilik çeteden ancak beş
kişi kurtulabilir. Kaymakam Nusret’in şehit edilmesi bütün Sırp ve Bul¬
gar köylerinde şenliklerle kutlanır. Nazmi, bu çatışmada şuurunu kaybe¬
der. İbrahim’in kendisini taşıması ile kurtulur. Üsküp Hastanesine nakle¬
dilir. İyileşmesine rağmen bir türlü toparlanamaz. Sonunda bir kalp rahat¬
sızlığı olan andökardit olduğunu öğrenir. Bu onun hayatını tamamen de¬
ğiştirir. Zira hem askerlikten hem de sevdiği kadından ayrılmak zorunda
kalır. Romanda güçlü ve kuvvetli bir askerin yavaş yavaş aciz bir ferde
dönüşümündeki asıl amil “savaş”tır.
Yazar, savaşın ferdin hayatındaki yıkıcılığını Nazmi karakteri ile
göstererek Türk halkının hayat karşısında pasif duruşunu biraz da onun
savaşlarla engellenişine bağlar. Nazmi’nin hastalığı, bundan sonra onun
insan olarak kendisini geliştirmesine ve olgunlaştırmasına hizmet eder.
Balkan Harbi’nde düşmanın Türk halkına yapılan zulümleri Reşat
Nuri, Yeşil Gece adlı eserinde İttihat ve Terakki Kâtip-i Mesulü Tikveşli
Cabir Bey’in ağzından şu sözlerle anlatır:
“_Zalim düşman, memleketimizi çevirdi. Rumeli, insan ka¬
saphanelerine döndü...Ak sakallı ihtiyarların kollarım, bacaklarını
kesti, gözlerini kızgın şişlerle oydu... Ulemanın ağzına erimiş kur¬
şun akıttı.. Kadınların kesti memelerini, açtı karınlarını, çıkardı
saçı bitmemiş çocuklarını dışarı... Ana kuzusu Müslüman yavruca-
ğızlarını taktı böyle şişlere... Yaktı ateş üzerinde koyun kebabı kı¬
zartır gibi... Yanık insan yağlarının kokusu kapladı bulut gibi ha¬
vaları. Geçilmezdi kafalara, ciğerlere, barsaklara basmadan... Ya¬
karlardı çiftlikleri, asarlardı ağaçlara delikanlıları, alırlardı su gi¬
bi kızlarımızı kucaklarına. Yakıp çubuklarını bakarlar idi keyifleri¬
ne... Derelerden akardı hep Müslüman kanları köpük köpüğe...”
(Güntekin, 1963: 50-51)
Ona göre tüm bu acıların sebebi farklı dinlerden olmamızdır: “Bu
muharebe, değildir, iki millet muharebesi. Bu muharebe, sâlip ile hilâl,
Hristiyanlık ile Müslümanlık muharebesidir.” Oysa romanda yazarın
sözcüsü durumundaki Ali Şahin, meseleyi Müslümanlık-Hristiyanlık
meselesi olarak görmez. Ona göre mesele ilerleyip ilerlememe meselesi¬
dir. Bu açıdan Balkan yenilgisinin sebebinin bile toplumda farklı şekil¬
lerde yorumlandığını görürüz.
Reşat Nuri’nin romanlarında en fazla bahsettiği savaş Birinci Dün¬
ya Savaşı’dır. Birçok farklı cephede devam eden savaşta özellikle Çanak¬
kale Savaşı’ndan, Suriye Cephesi ve Kanal Harekâtı’ndan bahsetmiştir.
TÜBAR-XXX-/2011-Güz/Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Savaş...
Cephede
Reşat Nuri’nin Bir Kadın Düşmanı adlı romanında “savaş” güzellik
ve çirkinlik mefhumlarının mihenge vurulması için oluşturulmuş bir fon
gibidir. Roman kahramanı Homongolos Ziya’nın çirkinliği toplumda
daima yüzüne vurulmuştur. Ona karşı sevgi gösteren tek kişi okul arkada¬
şı Necdet’tir. Ziya ve Necdet okulda olduğu gibi cephede de ayrılmazlar.
Aynı birliğe düşerler. Ziya mekkâre neferidir. Necdet ise tabur kaleminde
kâtiptir. Necdet, nişanlısının gözünde “kahraman” olabilmek için “ateşe
atılıp çarpışmak” ister. Fakat ateş hatlarında patlayan gülle Necdet’in
yüzünü parçalar.2 Necdet, ağır yaralı can çekişirken Ziya, onun nişanlısı
Remide tarafından öldükten sonra çirkin bir Necdet olarak hatırlanmasını
istemez ve Remide’yi hastane odasına sokmaz. Ziya, savaşta alınan yara¬
nın bile güzelliğe düşkün kadın kalbini yumuşatamayacağını belirterek
kadınların ne kadar zalim olduğunu anlatmak ister. Romanda Necdet’in
babasının 1897 Yunan Harbi’nde, ağabeyinin de belirtilmeyen bir cephe¬
de şehit olduğunu görürüz. Bu ayrıntı o dönemde toplumda yaşanan
travmayı anlamamız açısından önemlidir. Savaşta şehit olmayıp geriye
dönenler ise yaşadıkları kayıplar ve acılar sebebiyle bir türlü günlük ha¬
yata intibak edemezler.
Eski Hastalık romanında Birinci Dünya Savaşı, Züleyha’nın deniz
yolculuğu sırasındaki hatırlayışları ile anlatılır. Deniz yolculuğunun Ça¬
nakkale durağında Yusuf, otomobil kiralayarak karısına savaş meydanını
gezdirir. Yusuf, Züleyha’ya babası Ali Osman Bey’in vurulduğu yeri
gösterip ona savaş hakkında izahat verirken Züleyha’nın aklına, okulda
okuduğu Latince klasiklerden bir tanesinin tercümesi gelir:
“Muharebe meydanında cehennemî bir hareket vardı. Takım
takım insanlar boğazlaşıyor, kan gövdeyi götürüyordu. Fakat mey¬
danın etrafını saran ve basamak basamak yükselen dağın bir nok¬
tası vardı ki, oraya varıldığı zaman, aşağıdaki fırtına dinmiş, son¬
suz bir sükûn ve hareketsizlik levhası halinde donmuş görünüyor¬
du.” (Güntekin, 1938: 179)
Züleyha, ancak bu yolculuktan sonra babasının ve arkadaşlarının ne
için savaştıklarını anlayıp milli benliğine geri dönmeyi başarabilecektir.
İlk defa bu romanda yazar, roman kahramanlarını savaş meydanında gez¬
direrek onlarda savaşın neden yapıldığı hakkında bir fikir oluşturur.
Damga romanında da Birinci Dünya Savaşı’nda oğullarını şehit ve¬
ren İstanbullu bir ailenin hikâyesi dikkat çeker. İzmir’den dönerken trenin
yolda bozulmasıyla hasta annesi için roman kahramanı İffet’ten yardım
isteyen Rânâ ile İffet arasında bir yakınlık oluşur. Rânâ’nın annesi çok
sevdiği oğlunu İzmir’de Çeşme bombardımanında şehit vermiştir. Rânâ,
ağabeyi Hikmet’in neden asker olduğunu anlatırken babasının sözlerini
nakleder: “Asker çocuğuna askerlikten başka meslek yaraşmaz.” Bu söz¬
ler Türk halkının kaderini anlatır gibidir. Yüzyıllarca savaşmaktan başka
bir meslek bilmeyen Türk askeri, çocuğunun da asker olmasını ister. İffet,
Rânâ’ya neden yardım ettiğini açıklarken “ben de bir asker çocuğuyum.
Birbirimize yardım etmek borcumuz” (Güntekin, 1957: 98) der. İffet’in
yanında çalışan İbrahim de Çanakkale’de kolunu kaybetmiştir. Çeşme
Bombardımanı’ndan bahsedilen bir diğer roman ise Çalıkuşu romanıdır.
Feride, Kuşadası’nda gönüllü hemşire olarak çalışırken bombardımanda
yaralanan Yüzbaşı İhsan ile karşılaşır. Feride, merhamet duygusu ile
onunla evlenmek isterse de Yüzbaşı İhsan, bu “aşk sadakası”nı kabul
etmeyerek iyileşir iyileşmez cepheye geri döner.
Bozgunları ile Birinci Dünya Savaşı
Reşat Nuri, Miskinler Tekkesi’nde Mondros Mütarekesi’nden sonra
dağıtılan Osmanlı Ordusu’nun perişan askerlerini anlatırken yaşanan
karmaşayı ve trajediyi çok yönlü bir yol hikâyesi içerisine yerleştirir.
Eserde, anlatıcı-kahramanın adının belirtilmemesi çok kötü durumlara
düşen roman kahramanının varlığını hiçleştirme gayesini gösterir. Onun
doğduğu paşa konağından dilenciliğe doğru düşüşünde savaşın ve savaşla
sarsılan toplum düzenin de tesiri vardır. Vaka, Reşat Nuri’nin diğer ro¬
manlarında olduğu gibi birinci kişi ağzından anlatıldığı için anlatıcı-
kahramanın samimi itirafları ile savaş gerçeğini yaşarız. Savaş çıktığında
O, Nur-i İrfan Mektebi’nde çalışmaktadır. Sayıları gittikçe artan şehit
çocuklarının masraflarını karşılamak için esnaf içinde iane bağışı topla¬
maya çalışan roman kahramanımızı, fizikî yetersizliği sebebiyle başta
orduya almazlarsa da Sarıkamış faciasından sonra asker yetersizliği sebe¬
biyle o da ordunun bir mensubu olur. Ancak Ordu, o kadar fakir bir du¬
rumdadır ki yetkililer yeni gelen askerlerden yanlarında beş günlük yiye¬
ceklerini getirmelerini isterler. Anlatıcı-kahraman gönüllü Mevlevî alayı
ile birlikte trenle Mısır’a doğru yola çıkar. Demiryolu Pozantı’ya kadar
yapıldığından Pozantı’dan sonrasını askerlerin yürümesi gerekir. Roman
kahramanı şişman olduğu için Toprakkale’den sonra yola devam edemez.
Güzel yazı yazdığından bir binbaşının kâtibi olur. Halep’te yazıcı neferli-
ği yaparken eşek tepmesi sonucu sağ bileğini kırar. Ancak bundan daha
acı olan ordunun bozguna uğrayıp geri çekilmesidir. Anlatıcı-kahramamn
tabiri ile “dille anlatılmaz bir ana-baba günü”nde yürüyerek o kargaşalık
içinde vatana dönmeyi başarır:
“Bu yolları ben nasıl geçtim? Kırk derece ateşli hastanın rü¬
yaları anlatılabilir mi? Kendimi kâh bir yük vagonunun bir kapı¬
sından ağlaya, bağıra girip öteki kapısından dayak yiyerek atılıyor
görüyorum; kâh ayaklarımdaki çizmeleri çalmak için beni falakaya
yıkar vaziyette yere yatırmış Araplara âyetler, hâdislerle yalvarı¬
yor görüyorum; kâh kendim gibi birkaç serseri ile beraber dilendi¬
ğimi, samanlıklarda yattığımı, gece yarısı çığlıklarla uyanarak,
kimden, niçin olduğunu bilmeden bir koyun sürüsündeki koyun gi¬
bi, yalınayak kaçtığımı görüyorum. İnsanın en miskini sıkıyı gö¬
rünce düldül oluyor Yarabbi!
Bilmiyorum kaç hafta, yahut kaç ay sonra dalga, beni büyük
bir şehre attı. Sordum Konya dediler. Suriye ’deki bozgun, içerdeki
mütareke bozgunile karışıyor, memleketi barınılmaz bir hale geti¬
riyordu. Bu sefer türkçe yalvararak, türkçe dilenerek ve dayak yi¬
yerek yeni bir yolculuk, kâh hastalanıp günlerce kendimi kaybede¬
rek, kâh eceli gelmeyen için en iyi ilaç olan büyük sefaletle iyileşe¬
rek bir zaman daha sürünüş...” (Güntekin, 1946: 43,44)
Bir zaman sonra kendisini İzmir’de bir hastanede bulan roman kah¬
ramanı İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine bir tütün deposuna
nakledilir. “Adam başına bir ot minder ve günde bir öğün çorba” yolda
yaşadıklarından sonra ona bir nimet gibi görünür. Bundan sonra ise savaş
sebebiyle yaşanan kıtlık ve fakirlikle mücadele etmek sonunda onu dilen¬
cilik hayatına doğru sürükler.
Savaşın belki de en acı taraflarından biri yaşanan esarettir. Son Sı¬
ğınak romanının esir düşen kahramanı Süleyman, yaşanan bu trajediyi
tüm benliğinde hisseder. Süleyman, kendi halinde İstanbullu bir ailenin
küçük çocuğudur. Galatarasaray’da okurken akrabaları onun asker olma¬
sını istese de ağabeyi, onun asker olmasını istemez ve okuması için Pa¬
ris’e gönderir. İki yıl Paris’te okuyan Süleyman, I. Dünya Savaşı’nın
çıkmasıyla ilk trenle İstanbul’a döner ve orduya katılır. Kanal Seferi’nde
esir düşen Süleyman, esir kampında yaşadıklarını şu sözlerle anlatır:
“Aramızda benim bir daha belini doğrultamamış neslimin en
parlak gençleri vardı ve harbin gerçek mağlûpları onlardı. Zavallı¬
lar, çöl tiyatrosuna bir suya saldırır gibi saldırdılar. Elimizde kitap
olamadığı için aklımızda kalan parçalarla bir “Vatan-Silistre” bile
oynadık. Genç ümitlerimizi bir zaman daha kırılmaktan kurtaran
bu kamp tiyatrosu olmuştur. (Güntekin, 1968: 30)”
Zekazik kampından kaçmaya çalışan Eczacı Azmi’yi yakalayan İn-
gilizler ona, üç gün kendi kazdığı çukurda oturma cezası verirler. Süley¬
man, bu kampta arkadaşına dipçikle vurmaya çalışan bir İngiliz askerini
yere yatırıp elinden silahım alır. Bu sebeple Azmi onu bir kahraman ola¬
rak görür.
Reşat Nuri’nin romanlarında özellikle acı olarak nitelendirdiği dö¬
nem Mütareke İstanbul’udur. Bu dönemde işgal utancına ek olarak yaşa¬
nan karmaşa ve iktidar boşluğu bütün moralleri bozar. Süleyman ve kendi
nesli, en büyük acıları Mütareke İstanbul’unda yaşarlar:
“Mısır’daki hayatımın ara sıra aradığım bir tarafı vardı...
Çölün ortasında dikenli teller ve kolonyal şapkalı İngiliz nöbetçile¬
riyle çevrili kampta sert bir yaşama hırsı duyardık ve kafalarımız
istampa makineleri gibi durmadan hayaller döktürürdü... Doğrusu
aranırsa bizim için asıl Zekazik kampı Mütareke senelerinin İstan¬
bul’u oldu. Çünkü artık kaçıp kurtulacak bir yerimiz kalmıyordu.”
(Güntekin, 1968: 30)
Süleyman için hayat, savaştan sonra asla eskisi gibi olmaz. Tahsili
yarım kaldığı için sosyal mevkiinden ve işinden olur. Bir aile kuramaz.
Hayata ancak tiyatro sevgisi ile tutunmaya çalışırsa da bu da bir macera¬
dan öteye gitmez.
Cephe Gerisi
Birinci Dünya Savaşı sırasında Reşat Nuri’nin ele aldığı konular¬
dan birisi de savaş sırasında lüks ve safahat dolu bir yaşamın kucağında
yaşayan harp zenginleri ve onların tam zıttı yaşayan insanların cephe
gerisi manzaralarıdır. Güntekin’in ilk romanı olarak kabul edilen Gizli El
romanının önsözünde yazar, 1920 yılında savaş sırasındaki vagon ticareti
ve harp ihtikârlığını tenkit etmek amacıyla bu romanı yazmak istediğini
ancak sansör (sansür memuru) Şemsi Efendi tarafından sansürlendiği için
romanının konusunun değiştiğini ifade eder.
Romanda savaşın çıkışı Gemlik’te bir gazete yazısı ile öğrenilir.
Şeref’in kayınbabası Aziz Paşa bu savaşı, Osmanlı’ya zarar veren güçle¬
rin birbirini yemesi olarak telakki ettiği için savaşın çıkmasına sevinir.
Aziz Paşa’nın tepkisi halkın şuur altını aksettirmesi yönüyle önemlidir.
Yüzyıllardır Avrupa devletleri ile savaşmaktan yorulmuş olan Türk mille¬
ti, onların kendi aralarında savaşmasını, kendi intikamının alınması gibi
görürse de savaşın gidişatı birden yön değiştirir ve Osmanlı Devleti de
savaşa dâhil olur.
Şeref, ahbabı Doktor Cemil’in verdiği rapor ile cephe gerisine
alınmasına neredeyse sevinir. Savaşın çıkması halkın hayatını büsbütün
karartır ve sessizleştirir. Savaştan etkilenmeyen zümre, Madam Burot’un
otelinde bir araya gelip savaş hakkında konuşup kumar oynarlarken şeker
bulamayan çocuklar, kurtlu incir yemekten difteri, dizanteri gibi hastalık¬
lardan ölürler.
Şeref, Miralay Murat Bey ile tanıştıktan sonra ihtişam dolu bir ha¬
yatın içine “Hiçbir şey sormamak ve her şeye evet” diyerek girer. Ro¬
manda tam olarak ifade edilmese de Hükümetin karaborsacılığa göz
yumduğu izlenimi verilir. Miralay Murat Bey, Şeref’i etkileyerek kendi
teşkilatında çalıştırır. Yurt dışında Romanya, Berlin Avusturya’ya giden
Şeref, burada sözde memleketin hesabı namına hakikatte kendisine ve
mensubu bulunduğu teşkilata büyük paralar kazandırır. Ahlakî yönden
düşüş yaşayan Şeref, balolarda, eğlencelerde gününü gün eder. Romanda
savaş sırasında adil yapılmayan iaşe politikasının bedelini halkın ödediği
fikri hâkimdir.
Yazarın Damga adlı romanında da yine savaşın İstanbul ve Anado¬
lu insanı üzerindeki tesirlerini görürüz. Hırsızlık suçuyla mahkûm olduğu
için namuslu bir iş bulmakta zorlanan İffet’in durumunu daha da vahim¬
leştiren şey savaş sırasında yaşadıkları fakirliktir. Savaş dolayısıyla İstan¬
bul’da “yer demir gök bakır”dır. Böyle bir hayat pahalılığının ortasında
var olan gıda maddeleri de karaborsaya düştüğü için insanlar büyük sıkın¬
tılar çekmektedir. İffet, okul arkadaşı avukat Celâl’in vagon kiralayarak
karaborsacılık yapmasını kınamaz. Hatta kendisi de onun çalıştığı şirkette
işe başlar. İstanbul’dan Konya’ya gelen mala göz kulak olan İffet’in yol¬
da karşılaştığı insanlar onu, büyük bir hüzne sürükler:
“Muharebelerin asıl acısı Anadolu yollarında duyuluyor.
Şimendiferlerde bikes asker ailelerine, yurtlarından sürülüp çıka¬
rılmış muhacirlere, memleketlerinde ölmeğe giden yaralı askerlere
tesadüf ediyordum. İyilik etmek için daima bir vesile çıkıyordu...
Bir gün, bir istasyonda tren bekleyen bir ihtiyar köylü kadına tesa¬
düf ediyordum. Kafkas’taki oğlundan bir seneden beri haber
alamıyan, son bir ümit ile İstanbul’a giden bir asker anası olduğu¬
nu öğreniyor, elimden geldiği kadar yardım ediyordum. Bir gün,
bir vagon köşesinde, gözlerini kaybetmiş genç bir mülazım görü¬
yordum. Sakit ümitsizliğinin derecesini anlıyor, saatlerce en müşfik
kelimelerle teselliye çalışıyorum.”(Güntekin, 1957: 90)
Reşat Nuri, Ateş Gecesi adlı eserinde İstanbul’un düşman işgali al¬
tındaki durumundan bahseder. Ateş Gecesi romanının kahramanı Kemal,
sözde halkın acılarına üzülürse de savaş sırasında günü gün eder. İngiliz
tayyareleri İstanbul’u bombaladığından şehirde karartma yapılmaktadır.
Şehrin alt yapısı perişan bir haldedir. Rusya’nın çözülmesine karşılık
Suriye’de işler iyi gitmemektedir. Bulgar askeri heyetinin düşünceli tavır¬
ları da savaşın sonunun iyi olmayacağını hissettirir.
III- Milli Mücadele Yılları
İşgal
Sevr Antlaşması ile bölüşülmek istenen Osmanlı Devleti’nin bu
kaderine, razı olmayan Türk insanı Anadolu’ya çekilerek Milli Mücade¬
leyi başlatır. Mütareke sonrası yaşanan ilk düşman işgallerini Reşat Nuri,
Yeşil Gece adlı romanında anlatır.
Sarıova’da bir mayıs sabahı top sesleri ile uyanan halk, sokağa dö¬
külür. Bir mahşer meydanı oluşur. Sarıova mutasarrıfı ne yapacağını bil¬
meden telgraf başında bekler. Mahallelerde bir göç hazırlığı başlar. Zen¬
ginler, eşyalarını atlara eşeklere yüklerken fakirler bohçalarla ve yürüye¬
meyen çocuklarla yola çıkarlar. Kasabada kalanların çoğu yürüyemeye-
cek kadar hasta ve yaşlı olanlardır. Kimileri de çok fakir oldukları için
ölümün kendilerini her yerde yakalayacağına inanırlar. Muhacirlerin he¬
defi dağın kuzey batısındaki Alaçam köyüdür. Hafif yağmurla başlayan
yolculuk, yamaç çıkmanın güçlüğü sebebiyle zahmet vermeye başlar.
Yolu alamayacağını düşünenler geri dönmeye başlarlar. Muhaceret kafi¬
lesi içinde öğretmen Şahin’in dikkatini en çok çocuklar çeker. Hepsi de
kendilerinden beklenmeyecek bir fedakârlıkla sevdiklerini düşmandan
kaçırmaya çalışırlar. On üç yaşındaki bir çocuk, üç yaşındaki ikiz kardeş¬
lerini bir omzuna astığı bir heybenin iki gözünde taşıyarak kafilede yürür.
Küçükler ise bu halde el ele yüz yüze oynamaktadırlar. Başka bir çocuk
ise ağlayarak kaybettiği ağabeyini aramaktadır. Ancak çocukların çoğu
bu yürüyüş temposuna ayak uyduramayıp geri kalırlar. Bazıları bu yürü¬
yüşten vazgeçip geri dönerler. Şahin, dönen çocuklar arasında ağabeyini
kaybeden çocukla, kendi öğrencilerinin en küçüğünü görür. Çocuğa niçin
geri döndüğünü sorduğu vakit çocuk, hasta ninesine bakmak için anne ve
babasından kaçtığını söyler. Muhaceret kafilesinde sosyal adaletsizlik
hemen göze çarpar. Çocuklar, fakirler ve yaşlılar en baştan kaybeden
konumundadırlar. Yürüyüş ilerledikçe onlar geride kalıp evlerine dönüp
düşman eline bakmak zorunda kalırlar.
Mutasarrıf, işgal edilen yerlerde valilere düşmanın yaptıklarından
dolayı kasabadan kaçar. Belediye Başkanı ise düşmanı yumuşatmak için
çiçekler yaptırarak onları karşılar. Kasabada kalanlar arasında Balkan
savaşına gönüllü katılarak topal kalan Muallim Rasim3 ve komiser Ka¬
zım, etraflarına topladığı on, on beş kişi ile beraber düşmana direnirlerse
de bu gönüllü grubun direnişi ancak bir saat sürer. Komiser Kazım şehit
edilir. İşgal gecesi Rumların Müslüman halka saldıracağını duyan halk,
Rum mahallesine saldırmak ister. Kimileri Rum eczanecinin dükkânını
taşlarsa da Şahin, öfke ve korku dolu halkı yatıştırır. İşgalden sonra so¬
kaklarda iki Yunanlı asker ile bir Türk’ten oluşan güvenlik müfrezeleri
gezer. Yunanlılar halkın dinî hislerini kullanarak onları sakinleştirmek
ister. İşgalden dolayı evine kapanan Mühendis Necip, şehir için bir kü¬
tüphane ve müze projesi hazırlamaya çalışarak zafere inancını taze tut¬
maya çalışır. Ancak Yunanlıların keyfi hareketlerine karşı gelince şehit
edilir. İşgal sırasında Rumlar şımarırlarsa da Türk çetelerinin başarılı
olduğu duyuldukça Yenimahalle’de laterna sesleri kesilmeye başlar. Şa¬
hin, on dört ay sözde düşman hesabına vaizlik yapsa da gizlice Kuvayı
Milliye’ye hizmet eder. Yedi sekiz kişiyi Ankara tarafına kaçırmayı başa¬
rır. Yaptıkları anlaşılınca Yunan adalarından birine sürgün edilir. Ancak
döndükten sonra düşmanla işbirliği yapan Hafız Eyüp’ün yeni devrin
adamı olarak önemli makamlara geldiğini görür. Kendisi çareyi Anka¬
ra’ya gitmekte bulur.
Cephe
Reşat Nuri, o dönemin tüm aydınları gibi medenî addettiği devletle¬
rin yurdumuzu işgali karşısında büyük bir şaşkınlık ve öfke yaşar. Onun
bu şaşkınlığını en iyi Eski Hastalık romanının kahramanı Yusuf anlatır.
Yusuf, Fransa’da iki buçuk yıl kalmasına rağmen Fransızlardan nefret
etmektedir:
“Muharebe netice itibarile haktır. Züleyha Hanım...Ama ne
mânada haktır?...Tabiatte olan bir şey olmak itibarile haktır.Hayvan
başka hayvanın ağzındaki kemiği kapıp yiyor...”(Güntekin, 1938:97)
diyen Yusuf, komşularının kendisine saldırmasına kızmaz. Onun asıl
kızdığı Fransa’nın bize saldırmasıdır:
“Biz, Fransızları, öteden beri hocamız, dostumuz, yakınımız
bildik... Meşhur insan Hukuku beyannamelerine kapıldık. Filozof¬
larının, âlimlerinin, ediplerinin hatta siyasilerinin: “Biz hakkı ha¬
kikati, iyiliği güzelliği insanlık sevgisini menfaatlerimizden de üs¬
tün tutarız.” demelerine inandık... Birçokları gibi, ben de onların
memleketinde tahsile gittim. Çocuklarile beraber bir sıraya otur¬
dum. Çocuklarını kardeş, hocalarını baba diye yüreğime nakşet-
tim... Bütün bunlardan sonra onları evvela Çanakkale’de, sonra
İstanbul’da görünce çıldırıverdim.”(Güntekin, 1938: 98)
Yusuf’un Milli Mücadele’ye katılmasındaki bir diğer amil ise Ada-
na’da Darüleytam’ın (yetimhane) Fransız uçakları tarafından bombalan¬
masıdır. Yusuf, Fransız savaş uçağının içindeki askerin, ısrarla çocuklara
yardım etmek isteyen bir öğretmeni öldürmesine dayanamaz ve Milli
Mücadele’ye katılır.
Askerler
Bir asker çocuğu olduğu için askerlere sempati duymasına rağmen
onları eleştirmesini de bilen Reşat Nuri, Çalıkuşu’nda Feride’ye aşık
Binbaşı İhsan, askerî Doktor Hayrullah, Eski Hastalık romanında Binbaşı
Ali Osman ve Yusuf, Akşam Güneşi’nde Nazmi, Yeşil Gece’de komiser
Kazım ve Kan Davası ’nda Ömer gibi canını vatan için feda eden, mace¬
raya ve harekete düşkün, iyi niyetli askerlerden övgü ve hayranlıkla bah¬
seder. Fethi Naci, her ne kadar Reşat Nuri’nin asker kahramanlara sıcak
bakmadığını ileri sürse de biz bu düşüncesine katılmıyoruz.4 Şüphesiz
Reşat Nuri, romanlarında askerlerle ilgili kimi zaman olumsuz kanaatler¬
de bulunmuştur. Sert ve hırçın mizaçlardan hoşlanmayan Reşat Nuri,
romanlarında bu tip hareketlerde bulunan hiç kimseyi sevmez. Ancak
vatan savunması söz konusu olduğunda Nazmi, Ali Osman ve İhsan gibi
asker karakterleri yüceltir. Askerliğin ve onun icaplarının (üstüne saygı
duyma, aldığı emri yerine getirme) bu milletin damarlarına işlediğini
düşünür.
Çocuklar
Çocuklara karşı büyük bir merhamet ve sevgi besleyen Reşat Nu¬
ri’nin hemen hemen her eserinde çocuk kahramanlara rastlanır. Ancak
çocuk-savaş trajedisinin en yoğun anlatıldığı eser olan Kan Davası ko¬
numuz açısından önemlidir. Romanın öğretmen Ömer’i kendisinin hangi
savaşta yetim ve öksüz kaldığını hatırlamaz. Ömer, kendisinden büyük
çocukların taşımaları ile kaçan ordumuzun arkasında yaşamayı başara¬
bilmiştir. Mensubu bulunduğu çocuk çetesi içinde düşmana ve açlığa
karşı mücadele etmeyi öğrenen Ömer’in yaşadıkları büyük bir insanlık
dramıdır. Belki de bu sebeple duygularını anlatamayan ve içine kapanan
Ömer, ancak çizdiği resimlerle yaşadıklarını ifade edebilir:
“Kuzey hududumuzda bir ordu bozulmuştur. Onun küçük bir
kolu bir dağ boğazından içerilere çekilmektedir. Bu kol, arkasın-
dan sürü ile köpekler ve yarı çıplak çocuklar sürüklüyor. Kimlerdir
bu çocuklar? Tüfeklerine sopa gibi dayanan, yaralılarını götüre¬
bildikleri kadar sırtlarında götüren, sonra yolun üzerine bırakıp
yürüyüşlerine devam eden bu sakallı, yalınayak adamların peşleri¬
ne nereden takılmışlardır? Onların durduğu ve gecelediği yerlerde
çocuklar da duruyorlar. Attıkları yiyecek kırıntılarını köpeklerle
beraber kapışıyorlar.” (Güntekin: 23)
Ömer’in yaptığı resimlerden birinde, bu çocuk çetesi bir çukura
doldurulmuştur. Çukurdan çıktığı zaman Ömer, kendi arkadaşlarından
bazılarını yerde uzanmış görür. Bataklığa saplanmış düşman askerlerini
çocuklar, birer birer nişan talimi yaparcasına büyük bir nefretle vururlar.
Çocuk Ömer’e, savaş sırasında yaşadıkları hayatın normal seyri gibi gelir.
Zira başına gelenleri henüz sorgulama düşüncesinden uzaktır ve tek ya¬
pabildiği hayata tutunmaktır. Bu yürüyüşten sağ kalan çocuklar cami
avlularında, hanlarda ve kışlalarda barındırılırlar. Ömer, diğer arkadaşla¬
rından farklı olarak askerî okula değil de öğretmen okuluna gönderilir. Bu
okulu bitiren Ömer, İstiklal Savaşı’nın başladığı yıllarda bir Ege köyünde
öğretmenlik yapmaktadır. Önce birkaç yıl dağda çetelerle savaşır. Daha
sonra düzenli orduya katılır. Bir askerî sevkiyat sırasında gördüğü kız
çocuğunu yıllar sonra bile unutmayan Ömer, bir günlüğüne de olsa onun
babası olur. Yazar, Ömer ile kız çocuğunun bir araya geldiği tren istasyo¬
nunda askerler ile ailelerinin birbirlerinden ayrılışlarını anlatırken Anado¬
lu insanına duyduğu sevgiyi de sımsıcak sözlerle ifade eder. Kucakların¬
da küçük çocuklarıyla kadınlar, tren hareket edene kadar eşlerini bekler¬
ler. Küçük çocukları, vagon pencerelerinden dışarı sarkan babaları (asker¬
ler) kollarından havaya kaldırmaktadırlar. İstasyonun arka yerinde ise
bayram yeri kurulmuştur. Burada köylü bir askerin, karısı ve çocukları ile
vedalaşmasına şahit olan Ömer, bu askerin ailesine gösterdiği sevgiden
çok etkilenir. Yanına yaklaşan üzerinde bir kolu olmayan yırtık elbiseli
kız çocuğu, elindeki tas ile Ömer’e su içirmeye çalışır. Cebindeki cevizle¬
ri Ömer’le paylaşmak ister. Ömer, bu kalabalık içerisinde iki kimsesizin
yan yana geldiğini düşünür ve az önce gördüğü köylü askerin ailesiyle
sarılıp eğlenmesi gibi o da bu küçük kıza sevgi gösterir. Onunla bayram
panayırında oynar, ona hediyeler alır. Ancak trene binip ondan ayrılacağı
zaman adını sormak aklına gelir. Kız çocuğu, giden trenin ardından koşa¬
rak adını söylese de sesini duyuramaz. Ömer, bu kız çocuğunu hiç unu¬
tamaz. En ağır yaralı zamanlarında bile bu çocuğu sayıklar. Ancak onun
değer verdiği bir şey daha vardır. O da ailedir. Tren istasyonunda gördü¬
ğü askerin ailesinin dağılmasını istemeyen Ömer, bir saldırı sırasında o
askeri, bölüğüne almayarak onu sıcak çatışmadan uzak tutmaya çalışır.
Ömer, bu çatışmadan sağ çıksa da yarasının mikrop kapması sebe¬
biyle dört beş ay iyileşmez. Seferberlik bittikten sonra ise terhis kâğıdı ile
beraber tekrar yollara düşer. Savaş bittikten sonra Bozova’ya o küçük kızı
bulmak için dönse de çocuğu bulamaz. Ancak bu defa öğretmenlik yap¬
mak için Bozova’da kalır ve yol kesip eşkıyalık yapan kimsesiz çocuk
çetesini, okuluna alarak onları eğitmeye çalışır. Böylece hem kendine bir
yaşama gayesi bulur hem de sahipsiz çocukların hayatlarını müspet yönde
değiştirir.
Reşat Nuri Güntekin’in romanlarının bütününe baktığımız zaman
yazarın savaşı, toplum ve insan hayatı için çok tehlikeli bir vâkıâ olarak
algıladığını görürüz. Canlı bir organizma olan toplumda savaş geçmiş,
şimdiki ve gelecek zamanın temsilcisi olan nesiller arasındaki dengeleri
ve münasebetleri kökünden değiştirir. Üst üste yaşanan ve genellikle
hezimetle sonuçlanan harpler, hem fert hayatına hem de toplum düzenine
zarar verirler.
Çocuklar, çoğu zaman hem ebeveynlerinin korumasından hem de
sağlıklı büyüyebilmeleri için gerekli fizikî şartlardan mahrum kalarak
cemiyetin devamı için gerekli ahlakî ve sosyal değerleri kazanamazlar.
Bunun sonucunda da kimsesiz ve eğitimsiz çocuklar, yaşadıkları topluma
sorun teşkil ederler. Diğer yandan savaşa katılmakla veya savaşın acı
neticeleri ile hayatlarının akışı tamamı ile farklı gelişen gençler, savaştan
sonra bir daha asla eski hayatlarına intibak edemezler. Kiminin tahsili
yarım kalır, kiminin hayalini kurduğu aile saadeti ellerinden kaçar. Savaş
sırasında en büyük kahramanlıkları gösterenler, savaştan sonra sosyal
konumlarını kaybederek deyim yerindeyse aç kalırlar. Toplum kültürü¬
nün taşıyıcısı konumunda olan orta yaş kuşağı ve yaşlılar ise geçmiş gü¬
zel günlerin hayali ile reel hayattan bir kenara çekilerek âtıl hale gelirler.
Savaşla beraber yaşanan ahlakî zaaf ve bencillik ise ferdi, insanlığa isyan
edecek raddelere sürükler. Tüm bunların üstüne savaşlarda kaybedilen
nesiller, geri dönmediği gibi onların kaybı ile oluşan boşluk, toplumda
hem maddî hem de manevî acılara sebep olur.
Reşat Nuri, bütün bunlara rağmen insan sevgisinin iyileştirici gü¬
cüne inanır. İnsanın içindeki bencilliğe rağmen başkaları için değişeceği¬
ni düşünür. Onun kahramanları “savaş” gibi acı bir öğretmenden “insan”a
acımayı öğrenirler. Hepsi ruhlarının bir yerinde taşıdıkları yaraları, savaş
mağdurlarına ve başkalarına iyilik yaparak sarmaya çalışırlar. Bu açıdan
son söz olarak yazarın savaş temasını özlediği insan tipindeki ruhî olgun¬
laşmayı ve insan sevgisini anlatmak için bir vasıta olarak kullandığını
söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
ASİLTÜRK, Baki (2009), Reşat Nuri Güntekin Romanlarında Hastalık, İkaros
Yay., İstanbul.
ÇELİK, Hüseyin, (2000), Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Sosyal Tenkit,
Kültür Bakanlığı Yay., Ankara
EMİL, Birol,( 1984) Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Şahıslar Dünyası,
İstanbul Üniversitesi Yay., İstanbul.
EMİL, Birol (1989), Reşat Nuri Güntekin, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1989
GÜNTEKİN, Reşat Nuri, Gizli El, İnkılap Kitapevi, 16. Baskı, İstanbul
GÜNTEKİN, Reşat Nuri, (1957), Çalıkuşu Nurgök Matbaası, 9. Baskı İstanbul,
GÜNTEKİN, Reşat Nuri, (1957), Damga, İnkılâp Kitabevi, 27. Baskı İstanbul.
GÜNTEKİN; Reşat Nuri, (1946), Miskinler Tekkesi, İnkılâp Kitabevi İstanbul.
GÜNTEKİN, Reşat Nuri, (1963), Yeşil Gece, İnkılâp ve Aka Kitabevi, İstanbul.
GÜNTEKİN, Reşat Nuri, (1938), Eski Hastalık, Kanaat Kitabevi, İstanbul.
GÜNTEKİN, Reşat Nuri, Kan Davası, İnkılâp, 14. Baskı, İstanbul
GÜNTEKİN, Reşat Nuri,(2002) Akşam Güneşi İnkılâp Kitabevi, 22. Baskı İs¬
tanbul.
[KALPAKÇIOĞLU], Fethi Naci (1995) Reşat Nuri Güntekin’in Romancılığı,
Oğlak Yay., İstanbul.
[KALPAKÇIOĞLU], Fethi Naci (1997) “Reşat Nuri’nin Zabitleri” Berna
Moran’a Armağan Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış, İletişim Yay., İs¬
tanbul.
KOÇ, Murat, (2005), Türk Romanında İttihat ve Terakki (1908-2004), Temel
Yay., İstanbul.
KÖROĞLU, Erol (2004) Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı (1914-1918)
Propagandadan Milli Kimlik İnşasına İletişim Yay., İstanbul.
Dünya Savaşı’nda yapılan yayınların bir propaganda amacı gütmekten çok
“sancılı bir milli benlik” oluşturma çabasında olduğunu anlatır. I. Dünya Sa¬
vaşı sonrasında Milli Mücadele yıllarında bu defa vatan topraklarını savun¬
manın verdiği bir gayretle edebî eserlerde hem hürriyet propagandası yapılır
hem de milli şuur uyandırılmaya çalışılır. Yakup Kadri “Ankara”, Aka Gün¬
düz “Dikmen Yıldızı”, Samim Kocagöz “Kalpaklılar” Halide Edip “Ateşten
Gömlek’ romanlarında bizzat Kurtuluş Mücadelesi’ni eserlerine taşırken “sa¬
vaş” gerçeğine “biz ve onlar” perspektifinden bakmışlardır. Yeni tanıdıkları
Anadolu insanını “savaş” karşısında ve cephede idealize ederken yaşanan ge¬
lişmeleri daha çok siyasî ve duygusal açıdan değerlendirmişlerdir (Köroğlu
2004:).
Baki Asiltürk, şu tespiti yapar: Yaralanmalardan, yanıklardan dolayı çirkin¬
lik, yazarın ilk romanı Harabelerin Çiçeği'nden itibaren sık sık kullandığı bir
motiftir. Çalıkuşu'ndaki İhsan’dan sonra bu romanda da Necdet benzeri bir
akıbete uğrar. Harabelerin Çiçeği’ndekinden farklı olarak Çalıkuşu, Bir Ka¬
dın Düşmanı vb. romanlarda yanık ve yara izlerinin çoğunun savaşlardan
kaldığı görülür. Bu romanlarda olayların Balkan Savaşı, Birinci Dünya Sava¬
şı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında geçtiği ve kahramanların cephelere giderek
savaşa bizzat katıldığı düşünülürse bu motifin yaygınlık nedeni daha iyi anla¬
şılır (Asiltürk 2009: ).
Reşat Nuri’nin romanlarında sık rastlanılan tiplerinden biri de cepheye gönül¬
lü gidip sakatlanan ve hayata sımsıkı sarılarak yaşamaya çalışan tiplerdir.
Bunların çoğu çıkan savaşa tekrar katılmak yararlılık göstermek isterler. Gizli
El romanında arabacı Süleyman, Damga romanında Çanakkale savaşında ko¬
lunu kaybeden İbrahim, Yeşil Gece’de Muallim Rasim, Eski Hastalık Roma¬
nında İstiklal Muharebesi’nde bacağını kaybeden Tahtabacak Kaptan bu tip¬
lere örnek teşkil eder.
Reşat Nuri’nin romanlarındaki askerler hakkında yapılan geniş bir değerlen¬
dirme için Fethi Naci’nin “Reşat Nuri’nin Zabitleri” adlı makalesine bakıl¬
malıdır.